RÖPORTAJ



www.izdusunce.com
 adlı sitenin, Arapça Uzman Öğretici Salih Zeki KEŞ’le yapmış olduğu “Arapça Öğretiminin Dünü Bugünü” konulu röportajın tam metnidir.

29 Ağustos 2011 / 29 Ramazan 1432 Pazartesi – KONYA

 

Hocam, röportajımızın başında “izdüşünce” okurlarına ve ziyaretçilerine kendinizi tanıtır mısınız?

Nüfus hüviyet cüzdanımın söylediğine göre 1969 yılında Konya / Kadınhanı’nda doğmuşum. İlk ve orta öğrenimimi Kadınhanı'nda tamamladım. 1987'de Kadınhanı İmam Hatip Lisesi’ni bitirdim.

1988'de Erzurum Atatürk Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne kayıt yaptırdım. Lisans öğreniminin üç yılını burada tamamladım. Lisans öğrenimimi, Selçuk Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne yatay geçiş yaparak 1993'te bitirdim.

1994’te Ankara Üniversitesi TÖMER Dil Öğretim Merkezi Konya Şubesi’nde, Arapça – Türkçe Okutmanı olarak çalışmaya başladım.

1997 yılı, Nisan – Kasım ayları arasında askerlik yaptım. Aynı yıl içerisinde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Bitlis iline sınıf öğretmeni olarak atandım. Ancak, TÖMER Konya Şubesi'ndeki görevime devam etmem nedeniyle sınıf öğretmenliği görevine başlamadım. 1999 – 2001 yılları arasında eğitim camiasındaki çalışmalarıma bir ara vererek yaklaşık 3 yıl, uluslar arası ticaret yapan bir firmanın ihracat departmanında müdür yardımcısı olarak çalıştım.

 2001’de çalıştığım şirketin Kahire Ofis Müdürü olarak 9 ay kadar Mısır'da bulundum. Bu yılın sonunda, şirketten ayrıldım ve 2002 başlarında A.Ü.TÖMER Konya Şubesi'nde Arapça – Türkçe okutmanı olarak tekrar çalışmaya başladım ve 2003 yılı sonunda, Konya Şubesi’nin, Ankara Üniversitesi Senatosu’nun aldığı kararla kapatılmasının akabinde TÖMER’den ayrıldım.

2004 yılı sonlarında, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı özel öğretim faaliyeti gösteren AKADEMİ Dil Kursu’nda Arapça Bölümü’nü kurdum. Halen AKADEMİ Dil Kursu’nda Arapça Uzman Öğretici olarak çalışmaktayım.

2005 yılı Haziran’ında Türkiye’de daha önce örneği olmayan bir çalışma gerçekleştirerek Radyo İle Arapça Kursu “ Radyo Dershanesi “ Programını başlattım ve 3 yıl süreyle radyo ile Arapça dersleri programı hazırlayıp sundum. Söz konusu program şu anda Türkiye’nin değişik illerinde radyolar tarafından paket program olarak yayınlanmaktadır.

2007 yılında www.arapcaegitimi.com ve www.radyodershanesi.com adlı siteleri kurdum ve halen her iki sitenin de editörlüğünü yapıyorum.

2008 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü bünyesinde açtığı ve 6 ay süren Arapça profesyonel turist rehberliği programına katıldım ve yapılan sınavları kazanarak bakanlık onaylı Arapça profesyonel turist rehberliği kokardı almaya hak kazandım.

2010 yılı sonunda Konya Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde, Temel İslâm Bilimleri Ana Bilim Dalı, Arap Dili ve Belağatı Bilim Dalı'nda kayıtlı olduğum Yüksek Lisans programından Arap filolojisini konu alan tezimi tamamlayarak mezun oldum.

2009-2010 ve 2010-2011 eğitim öğretim dönemlerinde Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde misafir Arapça öğretim görevlisi olarak Arapça dersleri verdim.

Evliyim ve 3 çocuğum var. Arapça dışında orta derecede İngilizce ve temel düzeyde Almanca, Farsça ve Osmanlıca bilmekteyim.

Hocam, sizin için Arapça eğitimi ne anlam ifade ediyor? Arapçayı bilmek ne kadar önemli?

Arapça eğitimi benim için bir Müslüman’ın “olmazsa olmazı” anlamını ifade ediyor. Arapça, bir Müslüman’ın hayatında doğumundan ölümüne kadar onu kuşatan bir olgudur. Bilinçli bir Müslüman “Ben kendimi Arapça bilmek, Arapça öğrenmek zorunda hissetmiyorum.” diyemez. Arapça öğrenmek her Müslüman’ın gönlünde yatan bir aslandır. Öyle değilse de en azından öyle olmalıdır. Müslüman’ın namazında, Kur’ân tilavetinde, haccında, tavafında, duasında v.s. hayatının birçok alanında Arapçadan uzak bulunması mümkün değildir. Tamam, herkes Arapça öğrenme imkânına sahip ol(a)mayabilir. Ancak herkes içinde bulunduğu şartları zorlayarak bir öğrenme çabası içine girebilir. “Küll”e (bütününe) sahip olamasa, vâkıf olamasa da “cüz”e (bir kısmına) sahip olabilir, vâkıf olabilir diye düşünüyorum.

Kur’ân’ın mesajını doğrudan almak isteyen her insan mutlaka Arapça öğrenmek isteyecektir. Arapça öğrenme isteğine uzak durmak, cehalet ya da gaflet sebebiyledir kanaatindeyim. Namaz kılarken okuduklarınız ya da dinledikleriniz bir musiki ya da bir manzumeden ibaret kalıyorsa bunun size kazandıracağı şey pek azdır. Hz. Peygamber (a.s); “Dua ibadetin ta kendisidir.” buyuruyor. İbadette, duada asıl olan bilinç ve basirettir. Ne istediğinizi bilmeniz, istediğinizi elde etmenin önemli ön şartlarından biridir. Şayet Kur’ân,  yüce Allah’ın insanlığa gönderdiği son mesajsa, bu mesajı anlamaya yönelik çabalar da Allah katında mutlaka bir kulluk çabası olarak değer bulacak ve çaba sahibi bundan bir ecir alacaktır. Kur’ân’ı okumada esas olan, onu anlamak ve anladıklarıyla amel etmektir. Salt anlamanın da amel etmek için yeterli olmadığını beyan etmekte de fayda var diye düşünüyorum. Eğer salt anlamak yeterli olsaydı, tüm Arap Âlemi’nin günahsız olması gerekirdi!  

“Arapçayı bilmek ne kadar önemli?” sorunuz şu ana kadar söylediklerimizle cevap bulmuş olsa da şunları da ifade etmeden geçmemek lâzım;

Arapça bilmek, bu dili ana dili olarak konuşan ve toplam nüfusu 300 milyonu aşan, 23 Afrika, Orta Doğu ve Arap Körfezi’nde bulunan Arap ülkesinin insanıyla doğrudan iletişim kurma, tanışma, karşılıklı yardımlaşma ve ticaret imkânını da beraberinde getirecektir. Uzun yıllar önce, bahsi geçen ülkeleri sömürme niyetiyle bu ülkelerle diyalog kuran Batı Dünyası, işin doğası gereği Arap ülkelerinin dilini öğrenmiş ve Arapça konuşan ülkelerin halklarıyla ve idarecileriyle rant ve sömürü amaçlı da olsa ilişkisini geliştirmiştir. Bizde Arapça daha düne kadar irtica paranoyaları sebebiyle “yasaklı!” olduğu için, iletişim kurmayı sağlayacak yönüyle –maalesef– sağlıklı olarak öğrenilememiş/öğretilememiştir. Batı bize uzun zaman önce “Kuşa bak kuşa!”diye bizi oyalarken kendisi tabiri caizse arka tarafta malı götürdü, birçok ürününü Arap Âlemi’ne pazarladı. 2001’de Mısır’da ticari amaçla bulunduğum 9 aylık süre zarfında bunu bizzat müşahede ettim. O dönemde çalıştığım Türk firmanın ürettiği mamulü pazarlama amacıyla Mısır’da girdiğim her dükkânda rafları, onlarca İtalyan, Alman, Fransız, Hollanda v.s. ürünün doldurduğunu, ancak Türk malının ya hiç olmadığını ya da çok az olduğunu gördüm. Bizden çok önce Mısır piyasasına giren ve başka ülkelere neredeyse pay bırakmayacak kadar pazarı dolduran/doyuran Batılı şirketler nemalarının kesilmemesi ve artarak devam etmesi için ne gerekiyorsa yapmışlar. Bu gereklerden birisi de Arapçayı konuşmaksa, konuşanı anlamaksa onu da yapmışlar. Dünyanın başka bir yerinde örneği fazlaca görülmezken Kahire’deki Amerikan Üniversitesi’nin “Colloquial Arabic (Avam Arapçası)” diye adlandırılan kurslar vermesi manidar gelmiyor mu size!? Batı Dünyası’nın Arap Âlemi’ne duyduğu ilgiyi anlamak için Irak, Filistin, Mısır ve son kalemde Libya’ya bakmak yeteri kadar fikir verir sanıyorum.          

Siz uzun yıllar çeşitli kurumlarda Arapça eğitimi verdiniz, vermeye de devam ediyorsunuz. İnsanlar hangi sebeplerle Arapça eğitimi için geliyor? Size göre halkımız bu konuda gerekli rağbeti gösteriyor mu? 

İnsanların Arapça öğrenme arzusunun temelini, okudukları Kur’ân’ı anlama hedefi oluşturuyor. Türkiye’de Arapça öğrenme denilince akla ilk gelen; İslâm Dini’nin temel iki kaynağı olan Kur’ân’ı, hadisleri anlamak, sair Arapça yazılan İslâm kaynaklarına ulaşmaktır. Bu noktada toplumun belli bir yaş ve meslek grubu değil, hemen hemen tüm yaş ve meslek gruplarından talepler gelmektedir.

2006 yılında, halen çalışmakta olduğum MEB Konya Özel AKADEMİ Arapça Kursları bünyesinde hazırlayıp uyguladığımız ve dereceye girenlere 15 günlük ücretsiz Umre ziyareti, 3 günlük yine ücretsiz Suriye seyahati, bilgisayar, altın v.s. ödüllerin takdim edildiği Arapça seviye tespit sınavına, İstanbul’dan Van’a, Balıkesir’den Malatya’ya, Türkiye’nin 15 farklı ilinden, onlarca farklı yaş ve meslek grubundan 1.100 (bin yüz) kişinin katılmış olduğunu söylemem sorunuza verilebilecek cevabı teşkil eder sanıyorum. 

Son 4-5 yıldır Arapça öğrenmek isteyen kişilerin profilinde hissedilir derecede farklılıklar gözlemlediğimizi de eklemem yerinde olur kanaatindeyim. Yıllardır tabiri caizse kendimizi yırttığımız ve “Arapçayı sadece okuduğunuzu anlama niyetiyle değil, aynı zamanda konuşabilme ve söyleneni anlama hedefiyle de öğrenin!” tezimiz nihayet çok geç de olsa kabul gördü. Ve artık şu anda Türkiye’de Arapça öğretimine dair nerede bir çalışma varsa, orada Arapça dinleme ve konuşma becerilerine dair gerek öğretmenlerin gerekse öğrencilerin bir çabası, ilgisi var. Yakın geçmişe kadar Arapçayı -teşbihimi mazur görürseniz-, bülbül gibi şakısanız, sarf ve nahive dair bilginiz zayıfsa ya da kısıtlıysa, “Arapça bilir” muamelesi görmezdiniz, kıymetiharbiyeniz olmazdı. “İllâ da gramer, illâ da gramer” yaklaşımının yanlış olduğu, yanlış değilse bile en azından eksik olduğu hakikati hamdolsun ortaya çıktı ve insanlar Arapçanın da diğer yabancı dillerde olduğu gibi modern yöntemlerle öğrenilebileceğini gördüler. Her ne kadar daha katedilecek çok yol, alınacak çok mesafe olsa da…

Bildiğiniz gibi röportajımızın konusu ‘Türkiye’de Arapça Öğretiminin Dünü Bugünü’. Ben öncelikle sorularımla bakış açınızı daraltmadan önce Türkiye’de Arapça Eğitimi ile alakalı genel olarak gördüğünüz tabloyu ana hatlarıyla bizimle paylaşmanızı rica etsem neler söylersiniz?

İşte şimdi “Bir dokun, bin ah işit.” diyebileceğimiz bir noktaya getirdiniz bizi. Cevaplanması aslında zor olmayan ve fakat “Fincancı katırlarını ürkütme!” ihtimali olan bir alana da girmeden cevaplanamayacak bir soru sordunuz.

Türkiye’de Arapça öğrenimini sadece Türkiye Cumhuriyeti tarihiyle sınırlayamayız elbette. Bu işin ucu Osmanlılara, oradan da Selçuklulara kadar uzanır. Malumdur ki hem Selçuklularda hem de Osmanlılarda medrese geleneği hâkimdir ve öğrenci medresede tefsir, hadis, fıkıh, siyer v.s. İslâmî ilimler tahsil eder. Bu tahsili esnasında saydığım ilimleri anlamasına, kavramasına yardım eden ve bu ilimlerin hemen tümünün anahtarı olan unsur Arapçadır. Ecdadımızın ortaya koyduğu medrese geleneğiyle yüzlerce, belki binlerce öğrenci yetişmiş ve bunlar, eğitim aldıkları medreselerden günümüz deyimiyle diplomalarını, yaşadıkları devrin deyimiyle icazetlerini alarak zamanlarının âlimleri sıfatıyla ümmete hizmet etmişlerdir. Bahsettiğim medrese geleneğinde uygulanan Arapça öğretme ameliyesi, temel itibarıyla salt ezberleme usulüne dayanmaktadır. Öğrenci uzun yıllar boyunca Arapça gramer (Sarf-Nahiv) kurallarını ezberler ve bol metin okur. Bu yöntem her ne kadar okuduğunu anlama becerisini kazandırsa da, öğrenme tek yönlü seyretmekte ve öğrenci ana dilinden hedef dile(Arapçaya) yazılı çeviri yapamamaktadır. Duygu ve düşüncelerini sözlü olarak dile getirememektedir. Yani daha düz bir ifadeyle söylemek gerekirse Arapça konuşamamaktadır. Kulağı Arapça konuşanları dinlemeye alışmadığı için, Arapça konuşan birileriyle karşılaştığı zaman söylenenleri gerekli ve yeterli düzeyde anlayamamaktadır. Öyleyse kendisinde gelişen meleke Arapça Sarf(kelime bilgisi) ve Nahiv(cümle bilgisi) melekeleriyle metin okuma ve anlama melekeleridir. Ancak okuduğu ve anlamada zorluk çekmediği metinlerin neredeyse tamamı klasik eserlerden olduğu için, usulüne alışık olmadığı bir Arapça modern metinle (bir Arapça gazete haberi, güncel ve modern çağın sorunlarından birisini konu edinen bir makale v.b. ile) karşılaşması durumunda zorlanmaktadır.

Medreselerden âlimlerin, mollaların yetiştiği muhakkaktır. Az önce zikrettiğim, modern hayatın gereklerine ihtiyaç duymayanların eski yöntemlerle Arapça öğrenmeye ve öğretmeye devam etmelerinde bir mahzur yoktur. Âlim olmak isteyenlerin bu yolda yürümelerinde gerçekten bir beis olmayabilir. Buna itiraz etmeyiz. Ancak medrese usulü, bazılarına göre olmazsa olmaz durumundadır gözlerinde. Belki de millî şair Mehmet Akif’in dediği gibi; “yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol.” diye de düşünebilirler. Ancak ben, onlar gibi düşünmüyorum. Bunun bilinmesini isterim.

Peki, sizce yol nedir?

Mehmet Âkif’in az önce zikrettiğim sözünün hemen öncesinde “Allah'a dayan, saye sarıl, hikmete râm ol.” ifadesi yer alır. Bu ifadede konumuzla ilgili olan bölüm; “hikmete râm ol.” bölümüdür diye düşünüyorum. “Hikmet”in anlamlarından birisi de “İnce anlayış ve ilim” olduğuna göre; işimizi “Hikmet”in rehberliğinde yapmalı ve çağımız insanının birçoğunun ihtiyaçlarına cevap verecek yöntemlerle Arapça öğretmeye/öğrenmeye çalışmalıyız. Daha net ifade edecek olursam; bugün dünyada İngilizce, Almanca, Fransızca, v.b. dillerin, bir yabancı dil olarak öğretiminde esas alınan yöntemler esas alınmalı ve dilin dinleme, konuşma, okuma ve yazmadan oluşan 4 becerisi muhataba kazandırılmalıdır diye düşünüyorum.

Türkiye’de -resmî veya gayr-i resmî- Arapça öğretimine dair çalışma yapan birey ya da kurumların sayısının, tahmin edilenin, zannedilenin oldukça üzerinde olduğunu, havsala dairesinin ötesine taşacak miktarda çalışma yapıldığını iddia ediyorum. Ancak ne hazin ki, bu mekânlarda yapılan çalışmaların birçoğunda onlarca eksiklik ve yetersizlik bulunduğu için -maalesef- istenen sonuçlara ulaşılamıyor.

Söylediğiniz gibi; Türkiye’de yıllardır Arapça eğitimi verildiği iddia edilir veya verilmeye çalışılır. İmam Hatip Liseleri’nde olsun, İlahiyat Fakülteleri’nde, kurslarda veya medreselerde olsun, hep bir çaba gösterilir ama bu kadar çabanın sonucunda elle tutulur, gözle görülür bir sonuç elde edilmez.

Bu durumun sebepleri neler olabilir? İstenen sonuçlara ulaşılmasını engelleyen eksiklik ve yetersizlikler sizce nelerdir?

Doğrusu istenilen sonuçlara ulaşılamamasının birden çok illeti/nedeni var;

Bunların en başında; Türkiye’de -üzülerek ifade etmek gerekirse- bir Arapça öğretmeni sendromu yaşanmaktadır. “Arapça öğretmeni sendromu” ifadesinden kastettiğim odur ki; Arapçayı nasıl öğreteceğini bilmeyen Arapça öğretmenlerine(!) mahkûm olmak.

Eskilerin “Kendisi himmete muhtaç dede, nerde kaldı gayriye himmet ede!” dedikleri, yeni neslin anlayacağı lisanla söylemek gerekirse “Kelin ilacı olsa kendi başına sürer” sözleriyle izah edebileceğimiz bir durum yaşamaktayız.

Arapça öğretme ameliyesinin eğitimini almayan birisinin öncelikle bu eğitimden geçirilmesi gerekmektedir. Bu dili öğretme durumunda olanlara, neyi öğreteceklerini, neyi öğretmeyeceklerini, nasıl öğreteceklerini, ne kadar sürede, kim(ler)e, hangi kaynaklarla öğreteceklerini, muhataplarının, öğreneceklerini nerede, nasıl pratize edeceklerini öğretmek durumundayız.

O halde acilen çözülmesi gereken sorun öğreticilerin eğitilmesidir.

İkinci olarak; birinci maddeyle bağlantılı olarak öğretimde uygulanan yanlış ve eksik yöntemler başarıyı engeller veya geciktirir diyebilirim. Modern öğretim teknikleri ve malzemeleri konusu gündeme alınmalı ve işin ehli olanlardan yardım alınmalıdır. Hiç kimse bu konuda kapris yapmamalı, herkes sahip olduğunu ötekiyle gönül rahatlığıyla paylaşabilmelidir.

Üçüncü engel; ders kitaplarının ve sair yardımcı kaynakların tedric (bilgiyi aşama aşama kazandırma, bir bilgiyi kazandırmadan bir sonrakine geçmeme) yöntemine uygun hazırlanmamış olmasıdır. Dil öğrenimi –ki, bu durum bütün yabancı diller için geçerlidir– bir çocuğun dünyaya geldikten sonraki yetişme sürecinde olduğu gibi doğal bir süreç gerektirir. Bu sürece riayet etmediğiniz takdirde, meyve-sebze yetiştirmede hormon kullanılması sebebiyle söz konusu meyvenin tat ve kokusu, nasıl ki, olması gerekenden farklı oluyorsa, tedric yöntemi kullanmadan yetiştireceğiniz Arapça öğrencisi de aynen hormonlu meyve-sebze gibi olması gerekenden farklı olur.

O halde yapılacak olan şey ders kitapları yazılırken, müfredatlar hazırlanırken dile getirdiğimiz usul göz önünde bulundurulmalı, bilgiler bir bütün halinde değil, parça parça, kolaydan zora, basitten bileşiğe doğru bir sırayla verilmelidir.

Araya girip hemen şunu da sormak istiyorum; eğitimcilerde olması ve olmaması gereken nitelikler nelerdir?

Bu sorunuza verilecek cevabın en başında, mesleği sevmek ve mesleğe gönül vermek gelir. Mesleğini sevmeyen ve mesleğine gönül vermeyen eğitimciden hayır gelmez. Mesleği sevmek, beraberinde fedakârlığı getirecektir. Hoca, dersleri işlerken tüm öğrencilerine karşı adil ve tarafsız olmalıdır. Dersleri sunarken kolaylaştırma ve sevdirme hedefini daima canlı tutmalı, bunun Hz. Peygamber (a.s)’in güçlü bir sünneti/metodu olduğunu hatırından çıkarmamalıdır.

Ders öğrencinin gözünde kolaylaştırılmalı, sevdirilmelidir. Bunu sağlamaya çalışacak öğretmenin sempatik, güler yüzlü, şefkatli ve öğrencinin bilgiyi geç ve zor kavraması karşısında son derece sabırlı olması gerekir. Eğitmen sınıf yönetimini bilmeli, bir orkestra şefi uyanıklığıyla çatlak sesleri temyiz gücüne sahip olmalıdır. Öğrencilerini severken onlara ülfet gösterirken bunu zinhar karşılıksız yapmalıdır. Dersin hocası sevilirse ders de sevilecektir.

Başarılı bir öğretmen özellikle de yabancı dil öğreten bir öğretmen sıkça empati yapmalı, “bu kadar kolay bir konuyu nasıl olur da anlayamaz(lar)!” dememeli, kendisinin anlattığı konuları ilk defa öğrendiği günleri hatırına getirmelidir. Konuları özellikle de gramer konularını verirken daha kolay ve daha hızlı kavramalarını sağlayacak yeni metotlar geliştirmeli ve Arapça öğretiminde öğrencinin bilgileri belleğinde kolayca tutabilmesini sağlayacak yöntemler/örnekler geliştirmeli ve kanaatimce hafıza tekniklerinden de yararlanmalıdır.

Mefhumun muhalifi olarak öğretmenin taşımaması gereken özellikler her ne kadar kendiliğinden ortaya çıksa da bu bağlamda şunları da ekleyebiliriz:

Bu saydığım müspet niteliklere sahip olma, menfi niteliklerden de uzak durma çabasını gütmek kaçınılmazdır. Başarılı bir hoca öğrencisini, ders başarısızlığı yüzünden asla azarlamaz, kınamaz, ona ceza vermez ve “Çıkmadık canda ümit vardır.”sözünden ilham alarak öğrencisinin bir gün başaracağına inancını canlı tutar ve bunu ona hissettirir. Bunlar, “Ben başarılı bir Arapça öğretmeni olmak istiyorum.” diyenlere, 13 yıllık fiili meslek hayatımda edindiğim, kendileriyle açık yüreklilikle paylaşabileceğim tecrübelerdendir.

İstenilen sonuçlara ulaşılamamasının illetleri/nedenlerine dönecek olursak;

Bu engellerin dördüncüsü; sınıflarda bulunan öğrenci sayısının yabancı dil öğrenimi için öngörülen, ortalama 16 veya bazı zorunlu durumlarda 20’yi geçmeyecek şekilde önerilen sayının çok üzerinde olması. Gerek İmam Hatip Liseleri, gerek İlahiyat Fakülteleri, gerekse Arap Dili ve Edebiyatları ve diğer bazı okullarda bir sınıfta kaç öğrencinin bulunduğunu anlatmamıza gerek yok sanırım. Bu, malumun ilanı olur. Bir sınıfa 40-45 öğrenciyi doldurun ve sonra da “Bu öğrencileri Arapça konuşturun!” deyin. Olur mu böyle bir şey? Bu, eşyanın tabiatına aykırı. Ben 45 dakikalık bir derste, 45 kişilik bir sınıftaki her bir öğrenciyle ne kadar konuşabilirim ki? Otuz saniye. Oh ne güzel! Her bir derste otuz saniye konuşma fırsatı vereceğiniz öğrenci Arapça konuşacak, öyle mi?

Matematiksel bir yanlış yapıp da “Hocam, her bir öğrenciye 1 dakika süre düşer. Siz 30 saniye verdiniz!” demezsiniz herhalde!? Kalan 30 saniyede de dersin hocası olarak ben konuşacağım ya! Öyle ya. Ben soru sormazsam, öğrenci kendi kendine mi konuşacak!?

Saydığımız engelleri artırmak mümkün. Ancak bu platformda bu kadarıyla yetinelim.

Sıralanan engellere, özellikle İmam Hatip Liseleri, İlahiyat Fakülteleri ve Arap Dili ve Edebiyatı Bölümlerinde karşılaşılan, buralara özgü sorunlar da var mı acaba?

Zikrettiğiniz bu mekânlarda karşılaşılan sorunların başında gelen husus şudur: Bu okullarda öğrenim gören öğrenci kitlesi adeta Arapçayı öğrenmeye mecbur olan, alternatifi bulunmayan gönüllüler pozisyonunda görüldüğü için, hocaların büyük çoğunluğu tarafından neredeyse yıl boyunca bir moral/motivasyon takviyesi görmezler. Hâlbuki hangi yabancı dili öğrenirse öğrensin, bir yabancı dil öğrencisi sıkça moral/motive desteğine ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç eğer eğitim aşamaları temel, orta ve yüksek diye sınıflandırılmışsa, sadece temel düzeyde eğitim alırken değil, öğrenci yüksek düzeyde eğitim görürken bile bu desteğe ihtiyaç duyar. Ancak ne yazık ki, zikredilen kurumlarda öğrenim gören öğrenciler, çoğu zaman böyle bir destekten mahrumdurlar.

Bahsedilen okullarda öğrenim gören öğrenciler için handikaplardan birisi de; Türkiye’de eğitim almış, yurt dışına çıkmadığı, çıksa da kayda değer bir süre yurt dışında bulunmadığı halde arzu edilen donanıma sahip, yeteri miktarda canlı örnek, numune insan göremeyişleridir. Bu da kendilerini olumsuz etkileyen unsurlardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.   

Saydığınız engellere, ezberci eğitim tarzı ve bunun sonucunda öğrenilenlerin pratize edilememesi veya pratik yapma imkânı bulunamaması da eklenebilir mi?

Elbette… Ezberci eğitim sistemi muhakeme ve mukayese yeteneğini katlediyor. Yabancı dil öğreniminde ezber yeteneğinden mutlaka yararlanılmalı. Ama ezberi hedef olarak görmemeli, sadece hedefe taşıyan bir araç olarak yararlanılmalı ezber gücünden.

Aslında Arapça öğrenen öğrenci, öğrendiklerini uygulama alanı bulma anlamında belki de bir başka yabancı dil öğrenen öğrenciden çok daha şanslı diye düşünüyorum. “Niçin?” derseniz; Arapça öğrencisinin elinde Kur’ân gibi bir kaynak var, Arapça derslerinde öğrendiği gramer kurallarının uygulamasını yapabileceği, örneklerini bulabileceği…

Arapça konuşma becerisinin pratiğinin yapılmasına gelince; son yıllarda Türkiye’nin Arap ülkeleriyle arasındaki kültürel-sosyal, ekonomik ve siyasi ilişkiler artmış ve hatta bazı Arap ülkeleri Türkiye vatandaşlarına vize uygulamaz olmuştur. Bu vesileyle ülkemizde Arapça eğitimi alan öğrencilerin Arapça konuşulan bir ülkede pratik yapma fırsatları oldukça artmıştır. İmkânı elverenlerin bu tür bir fırsatı değerlendirmeleri elbette sözlü anlatım becerilerine çokça katkı sağlayacaktır.

Peki, Türkiye’de özellikle İngilizce eğitimindeki kaliteyi yakalayamayışımızın nedenleri ne olabilir? Yani eğitimcinin ve öğrencinin bütün sebeplerden önce ibadet olması kastıyla yaklaştığı bir dil eğitiminden bahsediyoruz. Size göre biz nerede hata yapıyoruz?

  • Temel sorun; Arapçayı bir yabancı dil olarak görmemek.
  • Batı dillerinin öğretiminde kullanılan yöntemleri kullanmamak.
  • Batı dillerinin öğretiminde kullanılan zengin ders materyallerine (özellikle de sesli ve görüntülü kaynaklara) sahip olmamak.
  • Ana dili Arapça olanların, gerek devletler gerekse kurumlar ve bireyler nezdinde olsun, bunların desteklerinden mahrum olmak, bunlarla sağlıklı diyaloglar kuramamak.

Türkiye’de yazılmış Arapça kitapları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’de Arapça öğretimi amacıyla yazılan seri, ancak bir elin parmak sayısı kadardır. Az bir kısmı istisna olsa da pek çoğu sadra şifa olmaktan uzaktır. Yeterli işitsel ve görsel materyal desteği sağlanmadığı için veya sağlansa da tutarlı, bütüncül bir müfredat çerçevesi oluşturulamadığı için genellikle yapılan çalışmalar hep güdük kalmıştır.

Zaten ülkemizde Arapça öğretimini kademelere ayırarak yeni başlayacak olanı bir noktadan alıp belli bir noktaya taşıyacak olan eser neredeyse yok gibidir. Bu alanda telif eserler değil, genellikle Arap âleminden intikal ettirilen eserler okutulmaktadır.

Telif edilen kitaplar genellikle sarf-nahiv alanındadır ki bu maddeler dilin unsurlarından yalnız bir yönünü teşkil eder.

Son birkaç yılda alıştırma – uygulama amaçlı da olsa bazı eserlerin neşredilmiş olması ümitlerimizi artırmıştır.

Türkiye’deki Arapça Eğitimi konusunda yapılması gereken köklü –radikal- değişiklikler olmalı mıdır? Bunlar nelerdir?

Elbette köklü yenilikler yapılmalı. Buna şiddetle ihtiyaç var. Aksi takdirde “Benim oğlum/kızım bina okur, döner döner yine okur!”sözünde de şekillendiği gibi, yeni atılım/açılım ve yatırımlar yapılmadığı takdirde ileriye gittiğimizi zannederek kendi eksenimiz etrafında döner dururuz. Gerekli tedbirler alınmadığı takdirde Arapça öğrenmeye gönül veren insanların zamanları, emekleri ve şayet harcıyorlarsa paraları boşa gidecektir. Bunu önlemek için zaman kaybetmeden harekete geçilmeli…

Peki, gerekli olan atılım/açılım ve yatırımlar neler olmalı?

  • Mutlaka bir müfredat düzenlemesi yapılmalı, eskilerin deyimiyle “Efradını cami’, ağyarını mani’” yani gerekli olanları içine alan ve gereksiz olanları da dışarıda tutan yeni bir müfredat hazırlanmalı,
  •  Dil becerilerini geliştirecek yardımcı materyallerin (yaprak testler, ders kitaplarıyla paralel seyredecek bol örnekli alıştırma kitapları, CD’ler, DVD’ler, renkli, resimli sözlükler v.b.) hazırlanması gündeme alınmalı,
  • Tüm Türkiye’de Arapça öğretimine aktif destek veren birey ya da kurumlar mümkünse tek, değilse birkaç çatı altında toplanarak güç birliği/iş birliği ve iş bölümüne gidilmeli,
  • Arap ülkelerindeki özellikle devlet desteği almış olan kurs, okul, web tabanlı hizmet üreten adresler ya da yayınevleriyle kontak kurup destekleri alınmalı,
  •  Teknolojinin getirdiği imkânları, sunduğu fırsatları mutlaka değerlendirmeli ve öğrencinin web ortamında bulabileceği malzemeler belli bir düzen içerisinde öğrencinin istifadesine sunulmalı,
  • Okullarda Arapça eser ve materyal kütüphaneleri oluşturulmalı,
  • Özellikle yaz aylarında mutlaka kısa süreli de olsa Arapçanın ana dili olarak konuşulduğu bir Arap ülkesine gerek turistik gerekse eğitim amaçlı seyahatler düzenlenmeli,
  • İmam Hatip Liseleri’nde Arapça derslerine giren öğretmen arkadaşlarımız, ağabeylerimiz, meslektaşlarımız için Arapça öğretiminin tüm yönleriyle masaya yatırılacağı, görüş ve önerilerin alınacağı, deneyimlerin paylaşılacağı hizmet içi seminerler veya sempozyumlar düzenlenerek karşılıklı bir sinerji oluşturulmalı…

Bu arada Türkiye’de Arapça eğitimine dair iyi şeyler de oluyor mu?

Halen çalışmakta olduğum MEB Konya Özel AKADEMİ Arapça Kursları ve Konya’dan bölgesel kara yayını yapmakla birlikte uydu üzerinden yayınları tüm dünyaya ulaşan RİBAT FM’le ortaklaşa düzenlediğimiz bir programla, 2005 yılının ortalarında Türkiye’de daha önce bir örneği olmayan bir çalışma başlattık. Bu çalışmamız “Radyo ile Arapça Dersleri”ni içeriyordu. “Radyo Dershanesi” adını verdiğimiz programımızın yapımı 3 yıl sürdü. Dersler, gerek ikamet etmekte olduğum Konya’da gerekse Konya dışındaki sayıları 15’i bulan ilimizde yerel ya da bölgesel yayın yapan radyo istasyonlarında 2005’ten bu yana yayınlandı ve halen bazılarında yayınlanmaya devam ediyor. “Radyo Dershanesi”nde yayınlanan derslerin arşivi, yayında kullanılan ders kitaplarıyla birleştirilerek temel, orta ve yüksek olmak üzere 3 düzeyi olan bir Arapça öğretim seti doğmuş oldu. “Radyo Dershanesi”nde sunulan Arapça dersleriyle şu ana kadar birçok insan, kendisinin bile inanamadığı, hatta hayal bile edemediği seviyede Arapça öğrendi. Günde yarım saatini ders dinlemeye ayırabilecek olanlara “Buyurun Halil İbrahim Sofrası’na!” diyorum.

Buna ilaveten, merkezi İstanbul’da bulunan Akademi Lisan ve İlmi Araştırmalar Derneği Akdemistanbul’un 2009-2010 eğitim-öğretim döneminde İstanbul’daki 25 İmam Hatip Lisesinde gerçekleştirdiği birinci ve 2010-2011 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü tarafından tertip edilen, tüm Türkiye’de 409 İmam Hatip Lisesi’nde 10.000’i aşkın öğrencinin iştirak ettiği, 1500 öğretmenin rehberliğinde gerçekleştirilen ikinci “Arapça Bilgi ve Etkinlik Yarışmaları” ülkemizde bu alandaki en kayda değer çalışmalar olarak öne çıkmıştır.

Bu yarışmalarda Arapça şiir okuma, Arapça hitabet, Arapça musiki, Arapça tiyatro ve Arapça bilgi dallarında çalışmalar ortaya konmuş, ülkemizde İmam Hatip Liselerinde okuyan çocuklarımız, genç kardeşlerimiz hem kendileri hem de okulları çeşitli hediyelerle ödüllendirilmiştir. Arapçaya gönül verenlerin yüreklerine su serpen bu tür dev organizasyonlar daha düne kadar yoktu. Bugün var hamdolsun. Yarın çok daha iyilerinin olacağından kuşkum yok.

Son olarak “İzdüşünce” okurlarına neler tavsiye edersiniz?

“İzdüşünce” okurlarından istediğim şudur ki; Arapça öğrenimi/öğretimi alanındaki gelişmelerden hızlıca haberdar olabilmeleri için bizimle kontaklarını canlı tutsunlar. www.arapcaegitimi.com ve radyo ile Arapça dersleri programımızın adını taşıyan www.radyodershanesi.com adlı sitelerimizi ziyaret ederek bizi yalnız bırakmasınlar. Bu alanda sahip oldukları/olacakları bilgi, görüş, öneri ve deneyimlerini paylaşsınlar. Ocağımızın dumanı, gönüldaşlarımızın dumanıyla tütmeye devam etsin.

Arapça öğretimi alanında toprağa dikilecek fidanlar ve ileri atılacak adımlar hep yüce yaratıcının rızasına matuf olmalı. Onun rızası, hoşnutluğu esas alınmalı. Böyle olursa, amellerimiz, amel-i sâlih olarak Allah’ın katına yükselecektir. Aksi takdirde hiçbir başarının kıymeti yoktur.

“İzdüşünce” okurlarının her birinin birer Arapça gönüllüsü, Arapça sevdalısı olduğunu biliyorum.

Allah, gönüllerindeki bu aşkı, bu sevdayı, bu muhabbeti dâim ve kendilerinden hoşnut olmasına vesile kılsın!...

Fî Emânillâh Cemîan…

Salih Zeki KEŞ
Arapça Uzman Öğretici 

 

Copyright © 2012 - www.arapcaegitimi.com - Her hakkı saklıdır. Tasarım ve Programlama: Erensoft